Sizin de böyle yaşanmışlıklarınız var mı ki? Gece 02.00’de yatmışım, sabah saat 07.00’de kalmak zorundaydım, çünkü çocuk saat 08.00’de okulda olacaktı. Gerçi, okul ile ev arası yürüyerek 10 dakika ama..
Sizin de böyle yaşanmışlıklarınız var mı ki?
Gece 02.00’de yatmışım, sabah saat 07.00’de kalmak zorundaydım, çünkü çocuk saat 08.00’de okulda olacaktı. Gerçi, okul ile ev arası yürüyerek 10 dakika ama yine de kahvaltı hazırlama falan derken zaman hep daralıyor ve ben çocuğu araba ile götürmek zorunda kalıyorum.
Saat çaldı, ben kalktım, çocuğu bilmiyorum. Çocuğun odasına doğru bir ses salvosu gönderim:
“Eliiif!”
“Tamam baba! Kalkıyorum.”
Bir baktım evde ekmek yok. “Ooo! Neyse, REWE yakın, fırla koçum!” Bir koşu ekmek alıp geldim, saat 07.15. Çocuğun odasından hala ses seda yok. Yeni bir salvo:
“Eliif!”
“Tamam baba.”
Acele çayı koydum. Hay Allah! Mutfak tezgâhı da temiz değil. Orayı burayı toparladım. Saat 07.30.
“Eliiif!”
“Tamam dedik ya baba!”
Çocuğun tereyağlı ekmeğini hazırladım. Türkler bilmezler, Almanya’da Butterbrot, yani tereyağlı ekmek işe, okula, yola giden her bireyin vazgeçilmezidir. Lafı uzatmayayım; tereyağlı ekmek, içecek, hasılı çocuğun okul paketi tamam. Hızla masayı kurdum. Domates, zeytin, salam, hıyar mıyar her bir şey tamam. Eksik olan ne? Çocuk! Saat 07.40, daha gür bir sesle:
“Eliif!”
“Geliyoruz dedik ya baba! Ne bağırıyorsun!”
Azarı yedik sizin anlayacağınız. Saat 07.45, sofraya oturduk. Şunu ye, bunu da ye, onu da atıver. Nereye kadar? Çocuk “Baba yeteeer!” diyene kadar.
Çocuk gamsız gamsız çay içiyor, ben çay mı, su mu, rakı mı, ne içtiğimi bilmez durumdayım. Saat 07.56.
“Kalkalım mı çocuğum?”
“Kalkalım.”
Ben önden çıkıyorum, o arkadan. Ben hızla arabaya gidiyorum, o ise cep telefonunda. Direksiyona geçip oturuyorum. Çocuk geliyor, arabaya biniyor. Kapıyı kapatmasıyla ileri fırlamam bir oluyor. Kendi kendime “Schuhmacher miyim, neyim?” diyorum ve gülümsüyorum.
Saat 08.00, çocuğu okulun kapısına bırakıyorum, ardından önce kendime bir güzel kızıyorum:
“Okula sen mi gidiyorsun, çocuk mu?”
Sonra çocukluk günlerim geliyor aklıma. Bizim okul köye 4 km. kadar uzaktı. Anam sabahları tarhana çorbasını içirir, torbaya öğlen ekmeğimi koyar, beni postalardı. Saat maat yok, ama anam güneşe göre beni öyle postalardı ki, öğretmenden bir kez bile “Geç kaldın” azarı yememişimdir.
Bugün çevremdeki tüm insanlar bilir ki; ben dakik bir adamım. Sanırsınız ki dakikliği Almanya’da öğrendim. Yanılıyorsunuz. Dakik olma alışkanlığım köyden, anamın içgüdüsel yeteneğinden kalmadır.
Şükrü Akarsu
Eğitimci yazar